Comments are off for this post

Mouradian: Mülksüzleşmenin dilini iade ediyor, adaletin dilini talep ediyorum (Hyetert)

Türkçe bana nasıl geldi? CV’ime bir yabancı dil daha eklemek için bir kursta öğrenmedim. Türkçe bana doğduğum gün bir lütuf olarak verildi. Ben her ne kadar talep etmediysem de, geri çevirmem de mümkün değildi. Bu dil bana babaannemin sesi ile geldi.Sizler için, Türkçe anadiliniz.Ama benim için babaannemin dili. Dedelerim soykırımdan kurtulup kendilerini Lübnan’da buldular. Ve ellerinde hiç bir şey yoktu. Hayatlarına sıfırdan başladılar ve benim anne babama hayat verdiler.

***
Khatchig Mouradian’ın , Ankara’da düzenlenen “Hrant’ın bıraktığı yerden dostları 1915’i konuşuyor” başlıklı toplantıdaki konuşması.
Türkçe bana nasıl geldi?
CV’ime bir yabancı dil daha eklemek için bir kursta öğrenmedim.
Türkçe bana doğduğum gün bir lütuf olarak verildi. Ben her ne kadar talep etmediysem de, geri çevirmem de mümkün değildi.
Bu dil bana babaannemin sesi ile geldi.
Sizler için, Türkçe anadiliniz.
Ama benim için babaannemin dili.
Dedelerim soykırımdan kurtulup kendilerini Lübnan’da buldular. Ve ellerinde hiç bir şey yoktu. Hayatlarına sıfırdan başladılar ve benim anne babama hayat verdiler.
Ve doğduğumda bana yanlarında Kilikia’dan kurtarıp getirebildikleri pek az şeyden biri olan Türkçe dilini verdiler.
Sizler için, Türkçe, anne sevgisini dilidir.Ama benim için ölümün ve mülksüzleşmenin dilidir.Benim Türkçem Adana, Kilis, Konya ve Hasanbeyli’deki ölüm ve mülksüzleşmenin izlerini taşır. Ve bugün, hayatımda ilk kez, Türkçeyi bir kürsüden konuşuyorum.
Bugün, hayatımda ilk kez, ölüm ve mülksüzleşme içeren bu lütfü geldiği topraklara iade ediyorum.
***
Bundan tam altı yıl önce, Boston’da sabahın erken saatlerinde Lübnan’dan telefon eden annemin sesiyle uyandım. Bana kahredici haberi verdi.
O anda, yapabildiğim tek şey oturup şu mektubu yazmak oldu:
Sevgili Hrant
Herhalde şimdi su çatlağını bulmuş ve sen diğer alemde doksan iki yıl önce kaybettiklerimizle buluşmuşsundur… Senden birkaç ricam olacak…
Kirkor Zohrab’ı benim için sıkıca bir kucakla. Söyle ona, öykülerini keşfettiğimden beri sürekli yeniden ve yeniden okuyorum onları…
Taniel Varujan’a en iyi dileklerimi ilet. Söyle ona, şiirleri gençliğimi aydınlattı ve halen devam ediyor ruhuma ilham vermeye…
Siamanto’yla yaşam türküleri söylemeyi unutma…
Kitapları kütüphanelerimizde ve sınırlarımızdaki sıralarda, sözcükleri dudaklarımızda ve kalplerimizde, söyle onlara..Ve söyle onlara, eminim bir gün -bilirim sen de eminsin-, onların kitapları, Türklerin de kütüphanelerinde, sınıflarındaki sıralarda, dudaklarında ve kalplerinde olacak…
Heykelleri -ve elbette seninki de- İstanbul’u süsleyecek. Komitas’la dua etmeyi unutma. Bir gün yeniden Ermeni kadınları Anadolu’nun köylerinde şarkılar söyleyecek, söyle ona…
Ninelerimi, dedelerimi bulup onlara, halen onların isimlerini taşıdığımızı söyle. Bizlerin hiç görmediği ve onların hiç terk etmedikleri topraklarına olan sevgilerini taşıdığımız gibi…
1915’in tüm kurbanlarını mübarek alınlarından öp Hrant Onların hayalleri olan yollardan yürüdüğümüzü söyle onlara.
Çünkü onların hayalleri bizim de hayallerimiz.
Hatıralarının kokusuyla çöllerde çiçek açtıracağımızı söyle onlara…
Talat’a ve Samast’a rağmen sağ kalanlar olduğumuzu da…
Hepimizin Zohrab, Varujan, Siamanto, Komitas ve Hrant olduğumuzu söyle onlara.
Sevgiyle,
Khatchig Mouradian
***
Talat’a ve Samast’a rağmen ayakta kalmayı başaranlar olduğumuzu da yazmıştım… Hepimizin Zohrab, Varujan, Siamanto, Komitas ve Hrant olduğumuzu yazmıştım…
Şimdi aradan yıllar geçti.
Hrant Dink’in sokak ortasında öldürülmesinden altı yıl sonra bile, cenazede binlerce insanın, daha sonra da yüzlerce yazarın Dink’in ölümünü takip eden aylar ve yıllar boyunca tekrarladıkları “Hepimiz Hrant’ız”, “Hepimiz Ermeniyiz” mantrasıyla bir türlü barışamadım.
Kurşunlanmış, kaldırımda yüz üstü yatan bir tek oydu. Yalnızdı.
Peki ya diğer Hrant’lar neredeydi?
Doğru, o kahreden günün ardından, suçluluk duygusundan, kızgınlıktan, umutsuzluktan ve muhtemelen daha pek çok başka nedenden, Türkiye’de Hrant’ı tanıyanların sesi daha çok duyulur oldu.
Tanımayanlar da onu tanıdı ve onu tanımak pek çok insanın hayatını derinden etkiledi. Ortaya dökülen tüm duygular, gerek Türkiye’de gerekse Türkiye dışında yazılan çizilenler ve belki
de “Hepimiz Hrant’ız”, “Hepimiz Ermeniyiz” mantrası nedeniyle, bugün Hrant altı yıl öncesine göre çok daha yalnız.
Çünkü o yalnızlığın tek gerçek çaresi adalettir.
Sonuç olarak suçun failleri adalet önüne çıkmadı.
Kimse Hrant Dink değil. Hrant da bazen kendi değildi. Çünkü Türkiye’de, bir entelektüel ve daha da önemlisi Ermeni olarak olan bitenle baş etmek, bir yandan üslubu tutturmak, bir yandan eleştirinin ve acısını dile getirmenin sınırlarını iyi belirlemek, insanın kendi olmasının önünde aşılmaz bir engel olarak duruyor.
Kimse Hrant Dink değil, kimse de Ermeni değil.
2 yıl önce, 24 Nisan’da İstanbul’da yaptığım konuşmada vermek istediğim bir mesaj da, “paylaşmanın”, “hissetmenin” ve “anlamanın” imkânsız olduğu ve bunun büyük resme bakıldığında çok da önemli olmadığıydı.
Türk milli ekonomisi, büyük ölçüde Ermenilerin mallarına, mülklerine el konulmasıyla oluştu. Ermenistan ve Türkiye arasındaki güç asimetrisi bu mülksüzleştirmenin sonucudur. Ve mülksüzleştirmenin kendisi, paylaşma, hissetme ve anlama sözcüklerinin içini boşaltıyor, ne kadar samimi olursa olsun. Yine de bir yol var. Ermenilerle gerçek bir duygudaşlık kurabilmenin yolu, tepeden tırnağa soyulmanın ve aşağılanmanın ne demek olduğunu, ayaklarının altında Der Zor çöllerinin kumunu hissederek anlayabilmekten geçer.
Ve ancak mülksüzleşme dili, adalet diline dönüştürüldüğü anda gerçek bir söz vermiş oluruz.
Paylaşılmış bir tarihten ve nasıl hep aynı yemekleri yediğimizden söz etmeyelim.
Barışa giden yol dolmadan değil adaletten geçer. Herkesi Ermenilerin ya da Hrant’ın dostu olmaya çağırmayalım.
Burada bu salonda, bu ülkede, ve dünyanın her yerinde, Hrant’ın ve Ermenilerin dostları vardır.
Fakat başkalarını gözlerini açmaya ve Ermenilerin acılarını paylaşmaya çağırmak asla yetmez.
Gerekli olan adaletin ta kendisidir.
Dolayısıyla bugün burada ölümün ve mülksüzleşmenin dilini iade ediyorum.
Ve karşılığında, bugün burada, dedelerim Khachadour ve Meline Mouradian, Ardashes ve Aghavni Gharibian’in adına adaletin dilini talep ediyorum.
http://www.gelawej.net/index.php/component/content/article/135-politika/8288-mouradian-muelksuezlemenin-dilini-iade-ediyor-adaletin-dilini-talip-ediyorum.html

Comments are closed.